Necati Keskin

Necati Keskin


Öğretmen Ve Dayak

19 Eylül 2017 - 13:07

Not: Okullar açılıyor, bu sebeple bu yazımı 2. defa yayınlamak zorunluğu hissettim. Tüm okurlarımıza teşekkür ederim.   Öğretmen Ve Dayak   Birbirleriyle hiç uyuşmayan iki kelime,   Yazımı anılarımdan alıntı yaparak anlatmak gereğini düşündüm..   1953-60 arası Korgun ilkokulu, Öğretmenlerim Rahmetli Mehmet Samsa ve Osman Selçuk  ikisi de rahmetli oldular, Mekanları cennet olsun.   İlkokula giderken öğretmenlerimizden hakkı olarak yediğim dayakları hiç unutmam, haklı haksız, hani derler ya öğretmenin vurduğu yerde gül biter. Okulun başarılı sayılan öğrencilerinden sayılırdım, Yalnız, bir keresinde üç öğrenci ile birlikte Osman Selçuk öyle bir dayak attı ki,  inanın neredeyse donuma işeyecektim, yani o kadar dayak attı, Artık siz karar verin İlkokul çocuğunun dayağa dayanma derecesini, Evet yaramazdık ve dayağı hak ettik ama ilk okula giden bir öğrencinin neticesi de o kadar dayak değildi. Yalnız ben ve arkadaşlarım, dayağın, derecesi ne kadar şiddetli olursa olsun, her iki öğretmenim de rahmetli oluncaya kadar saygıda kusur etmedik.   Ağabeyim Yüksel’in kulaklarının arkasında yarası eksik olmazdı,  annem her gün merhem sürerdi ama bir türlü yara iyileşme göstermezdi. Sorardı annem, senin kulaklarına ne oluyor diye, fakat korkudan cevap bile vermezdi, sonradan sınıf arkadaşlarından öğrendik ki 4. ve 5 inci sınıflardaki hocası Sevim Acar tarafından kulaklarını çeke çeke yaralandığını söylediler, babamıza da Öğretmenimiz tarafından kulağımızın yırtıldığını söylediğimizde gayet sakin şekilde “Kim bilir ne yaramazlık yaptı”, yada “dersine iyi çalışmadı” gibi boş vermiş bir ifadeyle geçiştirdi. Ertesi gün babam Başöğretmen Mehmet Samsa’ya durumu izah ederek, öğretmeninden kulaklarına dokumamasını rica etmiş yinede şikayetçi olmadı,  Korgun İlk ve Orta okulu öğretmenleri ile  çok samimi ilişkileri olan babam onlara çocuklarına atılan dayağı hak ettiklerine inanarak “elleriniz dert görmesin” derdi.. Yalnız bunu diyen sadece benim babam veya annem mi dersiniz hayır.  O yılların “eti senin kemiği benim hocam” diyen öğrenci velilerinin düşünceleri idi.   Ortaokul da ise Müdürümüz Mustafa Kutsal (Küpoğlu) dinine bağlı ve son derece inançlı ve dünya tatlısı mı tatlı bir müdürümüzdü. Bırakın çocuk dövmeyi, en büyük kabahatimizde bile iyilikle ve gülerek bize nasihat ederdi. Vefat etti ise Allah ona rahmetiyle muamele eylesin, Müdür Yardımcısı hocamız Hasan Öztürk  (namı diğer Lazoğlu) hocamızı çok zeki olduğu kadar da çok sert görünümlü ama bir o kadarda iyi niyetli, ve öğrencilerine babacan tavırlı idi, genellikle beden eğitimi derslerinde ve   bayramlarda hastalık numarası ile kaytardığımı sezmiş olmalı!. Onunda sabrını kaçırmış olmalıyım ki. Okulda her halde en fazla dayağını yiyenlerden birisiydim,  hak ediyor muydum, evet, derslerimden dolayı değil, ama son derece yaramazdık, fakat bir öğretmenim, bir büyüğüm olarak korkuyor ve onu çok seviyordum Bir keresinde İlkokul Öğretmeni Mehmet Karakoç’la olan kavgasında yaralanmış, O memleketimizde yabancı ve kimsesiz diye çok, ama çok üzülmüştüm, Hasan Öztürk hocam Birkaç gün evvel canı sağ olsun benim telefonumu bulmuş, akşam aradı Korgun’da Ortaokul öğretmenin Hasan Öztürk deyince irkildim, heyecanlandım, ne konuşacağını şaşırdım,   Babacan tavırlı olduğunu söylerdim, yine beni yanıltmadı. Hal hatır sohbetinden sonra telefonu kapattığım zaman son derecede duygulandırdı beni.   Ama o günlerde biz öğretmenlerimizi bir anne ve baba gibi görürdük onlardan son derece çekinirdik, öğretmenlerimizden de aynı anne ve baba şevkatı görürdük.   Şimdi olanlara bakıyorum da,  Hani bir söz vardır “dayak cennetten çıkmadır” bu söz doğrudur veya yanlıştır, beni pek ilgilendirmiyor, ama bilenen bir söz vardır Ziya Paşa söylemiş “Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir, Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir”   Şimdiki çocukları bırakın dayağı azarladığınızda, efendim ruh sağlığı bozuluyormuş, Bizim zamanımızda ruh sağlığı yoktu. Yeni çıktı bu ruh sağlığı., Bizim öğretmenimiz sınıfta bile bir kabahat işlediğimizde bir metre boyunda tahta cetveli parmaklarımızın ucuna vurduğunda ellerimiz uyuşurdu.. Demek ki ruh sağlığı tedavisinde bize kullanılırdı. Hem de günde üç öğün, Bizim sınıfın tahta cetveli matematikte değil de, ruh sağlığımızın tedavisinde kullanılırdı.   Rahmetli babam 1900 doğumlu, onun zamanında okullarda dayak yerine falaka varmış, bir defasında hocaları bilya oynarken görmüş, falakaya yatırmış, okuldan evine babaannem tarafından sırtında getirmiş. Nasıl falakaysa bu 20 gün ayaklarının şişliği yüzünden okuluna gidememiş. Anneannem veya dedem; Yahu Hoca Efendi el kadar çocuk bu kadar da dövülür mü? diye tek kelime, tek laf etmemişler.   Bu falaka olayı doğrumu, Hayır asla kabul edemem, Öğrencisini falakaya yatırıp 20 gün okula ayaklarının şişliğinden gelemiyorsa, O hoca, hoca değil canavar ruhlu sadist birisi olması lazım, O devir de hem de din öğretmenleri bunlar. 8-9 yaşlarındaki çocuklara bu kadar dayağı reva gören nasıl dindarlarsa,  Okula öğrenciyi verirken zamanın hocasına “hocam işte taleben, eti senin kemiği benim” Hocası öğrencisini babamın hocası gibi vicdansız, merhametsiz biriyse nasıl döverse dövsün itiraz etmeleri hocalarına olan saygıdan dolayı o devirde mümkün değil,  veya hocasından dayak diyen talebe asla ailesine dayak olayını anlatamaz söyleyemezdi. Söyleyenlerde babalarından annelerinden ikinci dayağı  yer otururlardı yerlerine.   Şimdiki çocukları azarlayın bakalım,  Görün neler olacak. Dedim ya önce çocuğun ruh sağlığı bozulur, Veya çocuğun annesi babası okula gelir, sınıfın kapısında öğrencilerin gözleri önünde başlar öğretmene hakarete, ne yaparsın veya ne yapabilirsin.? Öğretmen de ise “tık” yok,   Çocuğunu evde dövüp öğretmen dövdü diyen aileler var mı? Belki vardır   Çocuk döven öğretmen var mı?  Oda belki vardır.   **** Bana kısa yaz abi diyorlar, hadi yazma laf lafı açıyor, anlatmasam da olmaz.   Bakın size Safranbolu’da rahmetli öğretmen M. Ali Çelebi anlattıklarını anlatayım. “”Yıl. 1970-74 yılları, Trabzon’a ait bir köyde öğretmenim, üç sınıflı bir okul toplam 50 ye yakın öğrencimiz var. 2 öğretmeniz ama, uzun süre öğretmen yokluğundan dolayı çığırından çıkmış ve terbiye sınırlarını aşmış öğrencelerim var. 5. sınıf öğrenceleri yetişmiş hepsi birer delikanlı, Planlı bir şekilde günde 10 saat ders ile büyük fedakarlık örneği veriyorum, Bu benim mesleğe olan aşkım.   Teneffüs saatinde bir kız öğrenci geldi, Bir erkek öğrencinin kendilerine çıplak resimler gösterdiğini söyledi, gittim, öğrencinin çantasından resimleri aldım. Ders başlayınca kız ve erkek çocuğu tahtaya çıkarttım,  Resimleri gösteren erkek öğrenciyi de tahtaya çıkmasını istedim, bana verdiği cevap “çıkmıyorum ya” oldu. Dedim “Allah’ın emri üçtür, üç defa söylüyorum lütfen tahtaya çık” Çocuk elleriyle tehdit ederek “Tamam çıkıyorum ya. Ne yapacaksın bakalım” diye bağırdı.   Ne yaparsınız şimdi, Bütün sınıf susmuş bize bakıyor, Ama ben bu olayı unutmadım, benim öğretmenliğimde o yörede bitmek üzere, burada köylüler tamamı cahil cühela takımı,  Onlarda sohbetlerim sırasında hep kiminle kavga ve dövüş yaptıklarını övünerek her gün anlatıyorlar, bir hafta sonra bana karşı gelen öğrenci çocuğun bir kabahatini bulup öğrencilerimin gözü önünde iyi bir dayak attım. Okuldan attım, ertesi gün okulun önüne çocuğun velisi, köyün muhtarı ile birlikte dayandılar, Çok sinirlendim ve birden sinirlerime hakim olamadım. Çocuk velisine de sol elimde öyle bir yumruk çıkartım ki, ne olduğunu anlayamadan veya vuracağımı tahmin etmeyen adam yere yığıldı kaldı. Muhtar araya girerek köylüyü daha fazla dayaktan kurtardı, ama veli yumruğu tesiriyle bir müddet yerinden kalkamadı. bu dayaktan sonra öğrencilerimde iyi bir düzene girdi.   O dayağımı yiyen öğrencim ise yıllar sonra bana her bayramda telefon açar hal ve hatırımı, bir isteğinin olup olmadığımı sorar, Trabzon’a her gittiğimde telefon açar, ailecek gider görüşürüz.  O şimdi iyi bir iş adamı,””   Şimdi hiçbir veli dayakçı bir öğretmen istemez ve dayak atılmasından da yana değilim, ancak her şeyin bir sınırı var, bazen de bıçak kemiğe dayanmış, geri dönüş olmuyor, Gerçekten bazıları güzel söz dışında  ”dayak” dan başka anladığı dil yok. Tekdir işini köteğe dönüştürmemek lazım diyeceğimde “Şiddet içerikli dünyanın” içine giren çocuklar bizi anlarlar mı? Veya yeni bilgisayarlarında vurucu kırıcı oyun oynayan kuzular bizim dünyamızı bilirler mi?.....   Bilemem !..   Torunlarım Emre ve Umut’a İlk ve Orta okul günlerimi anlattığımda “Dede siz hangi dünyada yaşadınız” diyorlar   Bizde babalarımızın, atalarımızın dünyasını anlamadık Şimdiki nesil bizlerin o günleri bilmedikleri için anlamak istemiyorlar?   Haklılar da !!!......   Görüşmek üzere hoşça kalın, sağlıklı kalın.   Necati Keskin   atay1348@gmail.com   asiyan151048@hotmail.com

Bu yazı 24092 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum