Necati Keskin

Necati Keskin


Bizim Çocukluğumuz

02 Nisan 2016 - 11:54

Doğum tarihim biraz eski, anamın anlattığı gibiyse Şubat sonu 1946, bakmayın siz nüfus cüzdanıma 15.10.1948 yazılmış olduğuna, ilkokula giderken nüfus cüzdanı lazım olmuş her halde o seneler çıkarılmış, ama anamın dediği doğru benimle aynı yıl doğanlar 1946, yani nereden bakarsanız bakın 70 yaşımdayım.

 

Koca 70 yıl demeyin, ne çabuk geçti 70 yıl bende bilmiyorum, Ağabeyim Yüksel benden bir yıl önce okula gitmişti, Bende İlkokula gideceğim günleri iple çektiğimi, 5. sınıf bitirme imtihanında uğur getirsin diye sınıf kapılarına iğne batırdığımızı, ilkokul, ortaokul öğretmenlerimi,  sınıf arkadaşlarımı, okulda yaşadıklarımızı dün gibi hatırlıyorum, Korgun’da bir her hangi birisinin düğünü olurken mahalle odalarında yapılan kına gecelerinde, oyunları görebilmek üzere içeri girmek için can atıp küçük olduğumuzdan dolayı içeri alınmadığımız zaman pencere camlarına birbirimizin sırtına binerek sıra ile içerideki yarenlerin oyunlarını seyretmeyi, Bizden büyük ağabeylerimiz askere giderken asker uğurlamaları için Alpsarı ve Çankırı tren istasyonlarında trene binmenin ve yer kapmanın zahmetini, çekilen çileleri gördükçe henüz askerliğime daha dört yılım var diyerek sevindiğimi hatırlıyorum. Çankırı Erkek Sanat Enstitüsü’nü yazılıp bir sömestre sonunda okulun arka kapısından Korgun’a geri dönüşümü, oradan İstanbul’a çalışmaya gittiğimi, İstanbul’dan dönüp kahvecilik yaptığımı, tekrar okumak için Ankara’da A.İ. Erkek Sanat Enstitüsünü ve bitirdiğim günlerimi unutamıyorum. Sanki 70 yılın 65 yılı beynime kazınmış gibi.

 

İnsanlar belirli bir yaşta geri dönüp baktığında, film şeridi gibi sadece bir arpa boyu yol gittiğimizi, 70 yılın ne çabuk geçtiğini ve sadece anılarımızla yaşandığını hissediyorum.

 

Çocukluğumuz 1955 – 65 yılları, arkadaşlarımızla çeşitli oyunlar oynardık, Ayaklarımız yalın ayak (çıplak) olarak sokaklarda oynamaktı, sokakta oynamak diye bir kavram vardı. Arkadaşlarımızla sokaklarda buluşurduk, şimdikiler gibi internet cafelerde veya alış veriş merkezlerinde buluşmazdık. Oyun oynarken  akşam olmasını istemezdik, akşam olunca annem “Necatiiii!... Yüksellll!. Akşam oldu, haydi eve!” dediğinde içimin cız ettiğini hatırlarım, Şimdiki çocuklar gibi modern çağın oyun aletleri yoktu ama her ne hikmetse biz bu nesilden daha mutlu idik. Okula mahalleli arkadaşlarımızla gider, okul çıkışı hoplaya zıplaya yürüyerek gelirdik, Okula evimiz yakındı ama uzak olanların da servisleri yoktu, Tatil günleri sokaklarda öğretmenlerimizin bizi görmemesine özen gösterirdik, ayakkabılarımız eskimesin diye yalınayak oyun oynadığımızı, hatta öyle olurdu ki tahtadan ve bezden büyüklerimiz tarafından yapılan çantalarımızı yolun kenarlarına koyar, oyuna bile dalardık. Arkadaşlarımızın anneleri hepimizin annesi gibiydi, susayınca girer evlerinde su içerdik, yada pencereden bir bakraç dolusu su ve su taşı (bakırdan su içeceği) uzatırlar, hepimiz aynı tasdan kana, kana içerdik. Kısacası evi uzakta olanlar ancak çişi geldiklerinde evlerine giderlerdi. Yoldan geçen büyüklerimize sonsuz saygılı idik, Büyüklerimizde bizi çok severlerdi, Çocuklar arasında bazen kavgalarımız olurdu, kavgalarımıza ailelerimiz karışmazdı. Kavgamızda en fazla saçlarımız ve kulaklarımız çekilir, birbirimize tekme atar ve hayvan isimlerini söylerdik ama tekrar oyuna dalar kavgamızı unuturduk. Misket oynamak en büyük zevkimizdi, Kışın kızak kayarken ıslanmadık yerimiz kalmazdı, azar işitme korkusuyla mahalle odalarında ıslanan yerlerimi kurutur öyle eve dönerdik, kurutamadığımız zamanlarda bile eve giderdik ama pek hasta da olmazdık.

 

Biz o günlerini hiç unutabilir miyiz?

 

Yerde bir ekmek parçası gördüğümüz zaman onu öpüp başımızın üzerine koyarak ona olan saygınlığımızı bilir, kedilere, köpeklere ve kuşlara yem olması için bir kenara koyardık. Akşam eve gelip yemeğimizi yediğimizde ya ayrı bir odada veya mevsim kış ise soba yanan oturma odasında yemek tablasının üzerinde beş numara gaz lambasının veya onun daha ekonomiği olan şinanay denen lambanın verdiği mum ışığı kuvvetindeki ışıkla veya guruplar halinde akşamları arkadaşlarımızın evlerine sırayla ders çalışmaya gider, gittiğimiz yerin sahibi olan arkadaşımızın annesi tarafından bizlere kavurga ve meyve veya hoşaf verilerek birlikte dersimize çalışır, öğretmenimizin verdiği ödevi harfiyen yerine getirirdik.

 

Harman zamanı unutmam mümkün mü, Evimiz ovaya giden ana yolda bulunduğundan sabah ezanından evvel harmana ekin getirmeye giden kağnı gıcırtılarını, çeşmenin pis suyundan oluşan göle girmenin zevkini, Ovada pestil dökenlerin, patates pişirenlerin kokularını, Ovada yetiştirilen sebzelerin tazeliğini, doğallığını hiç unutabilir miyiz?

 

Bizim çocukluğumuzda annelerimiz evin bir parçası gibiydi, hep evde idi. Komşuya oturmaya giderse gideceği yeri biliyorduk. Tatil günlerinde mutlaka ailemizin çalışma şartlarına uyarak ahırda ki hayvanlara, kümesteki tavuklara, bağ ve bahçe işlerine ve mümkün olduğunca harman zamanı ailemizle her türlü çalışmayı ve onlara işlerinde yardımcı olmayı kendimizi alıştırırdık ve bu konuda ailemizle birlikte omuz omuza çalışmayı borç bilirdik.

 

Biz o günleri hiç unutabilir miyiz?

 

Şimdi evlerimiz var ama içerisinde eski günlerin özlemi ile yaşayan yok, parklarımız var, içinde oynayan çocuk yok,  her yıl sökülüp yenilenen lüks kaldırımlarda üzerimize çamur sıçrayacak ortam yok, Yine lüks binalar, ışıl, ışıl vitrinler, içerisine girip çıkan insanlar sanki yapay, yani ruh yok, buz gibi selam vermekten ve selam almaktan aciz insanlar.

 

Bu biz değiliz!...

 

Nerede o tahta iskemlelerde oturan yaşlı amcalarımız, onlara dede, nine diye hatır soran çocuklarımız da yok artık, Komşu çocuğunu kendi öz yavrusu kadar seven annelerimiz, teyzelerimiz yok artık, mahallenin çocuklarını kendi kardeşleri kadar koruyan, seven abilerimiz yok artık.

 

Onlara  ne oldu!...

 

O nesil bitti, rahmet olsun onlara, Bu gün  bu nesil benim ne ruhuma, nede kültürüme hitap eder, reklamlarla desteklenen beyni, yediğimiz bütün gıdalarla  hormonlara teslim etmişiz vücudumuzu.

 

Tabii bu da onların kabahati değil!..

 

Bu yaşam şeklini biz mi istedik?

 

Yoksa birilerimi istedi?

 

Onun için bizler birbirimizle yabancı olmuşuz, yalnızlıklarla yaşar olduk.

 

Biz bunları hak etmedik ama “Her toplum hak ettiği gibi yönetilir” derler ya, Bizde galiba hak ettiğimizi sanıyorum.

 

Sağlıklı ve mutlu bir yaşam dileğiyle hoşça kalın.

 

Necati Keskin

asiyan151048@hotmail.com

 

01.Nisan.2016

Bu yazı 17297 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum