Varolmanın Asıl Gayesi İman
İnsanlık tarihi bize gösteriyor ki, en ilkel devirlerden beri, her çağda yaşayan insanlarda Allah fikri ve tapınma düşüncesi, dolayısıyla bir din inancı vardır.
31 Aralık 2025 - 10:34 - Güncelleme: 31 Aralık 2025 - 10:38
İnsan ruh ve bedenden oluşan bir varlıktır. İnsanın ruh yönü, yüce bir varlığa inanmak, ona sığınmak, ondan yardım istemek, ona dua etmek ister. İnsandaki inanma ihtiyacı fıtri, yaratılıştan var olan bir ihtiyaçtır.
İnsanlık tarihi bize gösteriyor ki, en ilkel devirlerden beri, her çağda yaşayan insanlarda Allah fikri ve tapınma düşüncesi, dolayısıyla bir din inancı vardır. İnsan en eski zamanlardan beri, kâinat dediğimiz şu varlık üzerinde, üstün bir kudrete inanmış ve ona tapmıştır. Zamanla mağaralarda, taş kovuklarında tamamen ilkel bir şekilde yaşamış olanların da bu ihtiyacı duymuş oldukları bize kadar gelen eserlerinden, mağaralara çizdikleri resimlerden anlaşılmaktadır. Allah inancı şüphe yok ki insanda yaratılıştan vardır. (A. Saim Kılavuz, Ana Hatlarıyla İslam Akaidi ve Kelama Giriş, s. 77)
Hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.s.): “Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi, Hristiyan veya Mecusi yapar.” (Buhari, Tefsir (Rûm), 2) buyurmuştur. Fıtrat, ilk yaratılış sırasında Allah’ın insan tabiatına bahşettiği yaratanını tanıma eğilimi, ruh temizliği vb. olumlu yetenek ve yatkınlıklardır.
Yüce Rabbimizin bizlere bahşettiği nimetlerin en başında iman gelmektedir. Sözlükte “güven içinde bulunmak, korkusuz olmak” anlamındaki emn (emân) kökünden türeyen iman, Allah Teâlâ’dan getirdiği kesin olarak bilinen hükümler hususunda Hz Peygamber'i (s.a.s.) tasdik etmek, O’nun haber verdiği şeyleri tereddütsüz kabul edip, bunların gerçek ve doğru olduğuna gönülden inanmak demektir. İman, Allah’ın varlığına ve birliğine, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kaza ve kaderin Allah’tan olduğuna gönülden inanmaktır.
Amel ile iman arasında çok yakın bir ilişki vardır. Kur'ân-ı Kerîm'in birçok âyetinde iman ile sahih amel yan yana zikredilmiş, müminlerin sâlih amelleri işleyerek maddî-mânevî gelişmelerini sağlamaları ısrarla istenmiştir. Çünkü düşüncede ve kalpte kalarak amele dönüşmemiş iman, meyvesiz bir ağaca benzer. Kalpte mevcut olan iman ışığının hiç sönmeden parlaması, giderek gücünü artırması sâlih amellerle mümkün olabilir. Ayrıca imanın kuvvetlenmesi ve kemale ermesi, Allah'ın iman sahiplerine vad ettiği sonsuz nimetlere kavuşmak için amel gereklidir. İnsan sadece inanılması gerekli şeyleri tasdik eder, ameli umursamayan bir tavır sergileyip yasakları çiğnerse, dine, Allah'a ve Peygamberine olan bağlılığı yavaş yavaş azalır, günün birinde kalbindeki iman ışığı da sönüp gider. Hem imanın güçlenmesi hem de müminin cehennem azabından kurtularak nimetlere ulaşması ve Rabbine karşı kulluk görevini gerçek anlamda yerine getirmesi bakımından amelin önemi çok büyüktür. (İlmihal 1, TDV Yay., s. 73)
İman, sahibini bazı şeyleri yapmaya bazı şeylerden de kaçınmaya sevk eder. İman etmek kulluk sorumluluğunu yüklenmek demektir. Başta namaz, oruç gibi ibadetler olmak üzere çalışma hayatı, aile içi ilişkiler, sosyal hayat gibi insan yaşamının her alanına imanın yansıması gerekir.
İslâm, eşsiz bir inanç, ibadet ve ahlâk sistemidir. İmanla insan hayatına anlam katar. İman kişiye dünyada yaratılış gayesine uygun bir yaşama bilinci aşılar, davranışlarını şekillendirir, fikir ve kararlarına yön verir.
Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Kulun kalbi doğru oluncaya kadar imanı dosdoğru olmaz. Dili doğru oluncaya kadar da kalbi dosdoğru olmaz. Komşusunun kendisinden bir kötülük gelmeyeceğine emin olmadığı kimse de cennete giremez.” (İbn Hanbel, III, 199) Dil doğru oldu mu yalandan iftiradan, gıybetten uzak durur. Dilin doğruluğu, kalbin doğru olmasını etkiler. Dil kalbin tercümanıdır. Kalp doğru oldu mu kinden, nefretten, hasetten, ikiyüzlülükten uzak durur. Kalbin doğruluğu imanın doğruluğuna vesile olur. Mümin, temiz kalpli, doğru sözlüdür.
İman, insanları dünyada istikamete erdiren, doğru yoldan ayırmayan, ömrün her safhasını aydınlatan bir hidayet kandili olduğu gibi, ahirette de sahil-i selâmete ulaştıran sağlam bir kılavuzdur. Bu bağlamda iman, kişinin yaratılış gayesine uygun bir yaşam sürmesinin gereği iken, ahirette de Rahman’ın rahmetini hak etmesinin gereğidir. Bundan dolayı Allah Resulü (s.a.s): “Sizden herhangi biri abdesti eksiksiz ve güzelce alır, sonra Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in Allah’ın kulu ve Resûlü olduğuna şahitlik ederse, o kişi için cennetin sekiz kapısı açılır, onların hangisinden dilerse ondan girer.” (Müslim, Tahâret, 17) buyurmuştur.
Eskiden beri âlimler kâmil imanı, “Kalp ile tasdik, dil ikrar ve uzuvlarla amel etmektir” diye tarif etmişlerdir. Böylece imanın şartları ile İslam’ın şartları birleştirilmiştir. (B. Topaloğlu, Y. Ş. Yavuz, İ. Çelebi, İslam’da İnanç Esasları, Çamlıca Yay. İst. 2010, s. 35) Ancak amellerden bir veya bir kaçını terk eden günahkâr, mümin sayılır. İmanı kemale, olgunluğa erdirmek, üst seviyeye çıkartmak için ibadet ve amel gereklidir. İmanı korumak ve güçlendirmek için iman sözleşmesinin gereklerini yapmak, hayatı İslam’a uydurmak gerekir.
Rabbimiz bizleri iman üzere yaşayan ve imanının gereğini yapan salih kullarından eylesin.
Hazırlayan: Hüseyin Yazıcı İl Vaizi
Bu haber 200 defa okunmuştur.







FACEBOOK YORUMLAR