Hz. Peygamber, Cami ve Namaz

Rabbimiz, namazlarımızı miracımız, gözümüzün nuru, günahlarımızdan arınma vesilesi, cennetimizin anahtarı eylesin.

Hz. Peygamber, Cami ve Namaz
02 Ekim 2025 - 07:53 - Güncelleme: 02 Ekim 2025 - 07:58
Hz. Peygamber, Cami ve Namaz

Rabbimiz, insanı yarattı ve ilk insan Hz. Âdem’i aynı zamanda ilk peygamber olarak görevlendirdi. Bu da bizlere şunu gösteriyor: İnsan, yaratıldığı andan itibaren yalnız bırakılmamıştır. Allah Teâlâ ona yol göstermiş, doğruyu bulması için ilk insanı aynı zamanda peygamber olarak görevlendirmiş ve kulluğun merkezine de mâbedi koymuştur.

Yeryüzünde inşa edilen ilk mâbed, Mekke’de bulunan Kâbe-i Muazzama’dır. Bu kutlu ev, sadece taşlardan ibaret bir yapı değil; kullukla yoğrulmuş, tevhidin sembolü olmuş mübarek bir mekândır. Allah’ın her emrinde derin hikmetler vardır. Kâinatın her zerresini bir düzen üzere yaratan Rabbimiz, elbette kullarının da hayatını boş ve gayesiz bırakmamıştır. İşte bu yüzden, insan varsa din de vardır. İnsan, Rabbiyle irtibatını koparırsa huzuru da kaybeder.

Camiler İslâm’ın sembolü, Müslümanların birlik ve beraberliklerinin göstergesi, onların bir bölgedeki varlık ve hâkimiyetlerinin işaretidir. Kur’an-ı Kerim’de camilerin sadece Allah için secde edilen, yalnızca O’na dua ve ibadet edilen özel mekânlar olduğu hususunda şöyle buyrulmuştur: “Mescidler yalnız Allah’ındır. O halde Allah ile birlikte başkasına da tapmayın.” (Cin, 72/18)

Camiler Resûlullah (s.a.v.) tarafından "Allah’ın evleri" (Müslim, Mesâcid, 282) olarak anılmış  ve böylece her mescit "Allah’ın evi" kabul edilerek Müslüman hayatının merkezine yerleşmiştir. (Hadislerle İslam, 2/294)

Farsça’da “tâzim için eğilmek, kulluk, ibadet” anlamına gelen namâz, sözlükte “dua etmek, ibadet etmek, bağışlanma dilemek, yalvarmak” manalarındaki Arapça salât kelimesinin karşılığı olarak Türkçe’ye geçmiştir. Namaz manası verilen salât, tekbirle başlayıp selâmla son bulan, belirli hareket ve sözlerden oluşan bedenî ibadeti ifade eder.

Kur’ân-ı Kerîm’de hemen bütün ilâhî dinlerde namaz ibadetinin mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Hz. Âdem, Hz. Nûh ve Hz. İbrâhim’den sonra namazı terk eden nesillerin geleceği Meryem  suresi 59. ayette geçmektedir: “Sonra bunların ardından artık namazı kılmayan ve nefsânî arzulara uyan bir nesil geldi. Bunlar elbette azgınlıklarının cezasını bulacaklardır.” (Meryem, 19/59)

Namaz farz kılınınca Cebrail (a.s.), Hz. Peygamber'e (s.a.v.) gelerek, onu Mekke dışında bir vadi tarafına götürmüş, orada fışkıran su ile önce Cebrail (a.s.) sonra Hz. Peygamber (s.a.v.) abdest almış ve beraberce iki rekât namaz kılmışlardır.

Hz. Peygamber (s.a.v.) mutlu bir biçimde evine gelmiş, eşi Hz. Hatice'nin (r.a.) elinden tutarak oraya götürmüş ve aynı şekilde Hz. Hatice (r.a.) ile birlikte abdest alıp iki rekât namaz kılmışlardır. (İlmihal, TDV, 1/219-220)


Kur’ân-ı Kerîm, namazın belirlenen âdâb içerisinde, huşû ve sorumluluk bilinciyle ve aksatmadan eda edilmesi gereken bir ibadet olduğunu birçok yerde vurgulamaktadır. Ayetlerde namaz anlamındaki “salât” ile eksiksiz ve devamlı olarak yerine getirme mânasındaki “ikâme” kelimeleri yan yana kullanılarak namazın, vaktinde, eksiksiz bir biçimde, şartlarına riayet edilerek, dosdoğru ve özenle kılınması gerektiğine dikkat çekilmektedir.

Kur’ân-ı Kerîm’de kendilerinden övgüyle bahsedilen müminlerin özellikleri sıralanırken, onların, “Ki onlar, namazlarında derin bir saygı hali yaşarlar;” (Müminûn, 23/2)  “Namazlarını titizlikle eda ederler.” (Müminûn, 23/9) “Namazlarını devamlı kılanlar” (Mearic, 70/ 23) olduğu hatırlatılır. Diğer taraftan namazı ciddiye almayıp ondan uzaklaşan, onu gösteriş için kılan ve kılarken de tembellik yapan kimseler yerilir.

Namaz; beden, zihin ve kalbin iştirakiyle eda edilen, kısacası insanı her yönüyle kuşatan bir ibadettir. Bu üç unsurun her biri, son derece dengeli ve mükemmel bir şekilde namazda temsil edilirler. İnsan, bedeni ile kıyam, rükû, secde ve kıraati gerçekleştirirken, zihni ile okuduklarını düşünmeye ve anlamaya yönelir. Kalp ise huşû ve sükûnet ile bu ibadeti en iyi şekilde tamamlar.

Peygamber Efendimizin (s.a.v.) kıldığı namaza bakıldığında, onun Rabbine olan şükrünü eda ederken ne denli içten davrandığı, kendisini Rabbine nasıl verdiği açıkça görülür. Buna tanıklık eden sahâbenin, namaz kılarken ağlamasından dolayı onun göğsünden gelen, değirmen sesine benzer hırıltıyı duyabildiklerini söylemeleri (Ebû Dâvûd, Salât, 156, 157) Resûl-i Ekrem’in (s.a.v.), Allah’ın huzurunda taşıdığı heyecanı ve ruh hâlini yeterince anlatmaktadır.

Namaz, insanın, sadece dünyasını değil aynı zamanda âhiretini de kurtarmasının en önemli vesilelerindendir. Bu durum Hz. Peygamber’in (s.a.v.)  hadislerinde farklı lafızlarla ifade edilmiştir: “Namaz, devam eden kimse için kıyamet gününde nur, delil ve kurtuluş sebebi olur. Namaza devam etmeyenin ise kıyamet günü nuru, delili ve kurtuluşu olmayacaktır.” (İbn Hanbel, II, 169)

Namaz gönül dünyamızı imar eden, Rabbimiz ile olan irtibâtımızı kuvvetlendiren, bizi diri tutan, Rabbimize yaklaştıran, ahirette hesabı ilk sorulacak ibadet ve cennet kapılarının anahtarıdır.

Rabbimiz, namazlarımızı miracımız, gözümüzün nuru, günahlarımızdan arınma vesilesi,  cennetimizin anahtarı eylesin.

İl Müftülüğü Yayın Tetkik Kurulu

Bu haber 142 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum