Bazı yörelerde ve köylerde veya ona bağlı mahallelerde yaşayan saygın insanlar vardır. Yaşı kaç olursa olsun o yörede hatırı sayılan, sevilen ve saygıdeğer insanlar arasında olan, tamamen Anadolu kültürüyle yetişmiş gelenek ve göreneklerine bağlı, İslam inancını, edep ve ahlakını benimsemiş, misafirperver insanlardır o insanlar.
Bizim Korgun’da da o muhterem insanların başında yer olan Büyük mahalle “Örenbaşı” mahallesinin saygın insanı, Çanakkale’de savaşının bizzat içinde yaşayan, köy odasında hatıralarını anlatırken ağzında dökülen kelimeleri tek tek beynimize kazıtan ülkemizin saygıdeğer insanı Kamil Gök amcamız ile onun muhterem eşleri Şerife Teyzemiz.
Mahallemizde ve yakın komşuluk ilişkilerimiz olması dolaysıyla bende hatıraları çok olan mümtaz insanlardır. Kamil Amcam ile Şerife Teyzem.
Anlatacağım bir hatıramı sizinle paylaşmak istedim. İlk önce bu anlatımda Şerife Teyzemle geçen hatırama öncelik vermeyi düşündüm…
Niçin!..
Çünkü; Şimdi ki yaşlı teyzelere, zengin ve kendini hayırsever ilan edip halkın teveccühüne sığınanlara, alın terini, el emeğini alamayan kul hakkını gasp edenlere kapak olsun diye..
Köylerimize gelen satıcıların veya her hangi bir sebepten dolayı köye gelen misafirlerin uğradıkları veya kalacakları tek yer Köy odaları. Bir gün yolunuz bir Anadolu köyüne düşerse aç kalacağım, açıkta kalacağım diye hiç endişelenmeyin. Çünkü Anadolu insanı asırlar öncesinden misafirler için köy ve mahalle odaları mevcuttur. Burada dışarıdan misafirlerini ağırlar, yemeğini, çayını ikram eder. Anadolu’da kapısı dışarıdan kilitlenmeyip, içeriden kilitlenebilen özellikte bir mekândır köy odaları. Anadolu misafirperverliğinin simgesidir. Ama artık işlevini yitirmeye yüz tutmuştur köy ve mahalle odaları.
Korgun’da hemen her mahallede var olan, konukları ağırlayacağı, gençlerin ve yaşlıların her zaman birbirleriyle sohbet edeceği, buluşacağı yerlerdir mahalle odaları..
Benim de İlk okul yıllarımdı sanırım. 1955-60 yılları, Korgun’da Örenbaşı mahallesi köy odasına zamanın tabiriyle çerçici gelmiş, “Çerçici: Köyleri ve pazar yerlerde dolaşarak ufak tefek tuhafiye ve incik boncuk eşyasını köy ürünleriyle değiştiren veya satan gezginci esnaflara denir.” Satıcılar iki kişi baba ile oğlu olmalı. Yedeğinde yüklerini taşıyan iki de katır. İkindi ile akşam arası gelen misafire yemek hazırlanacak, Tabii bu mahalleye gelen misafirleri genellikle evinde ekmeği bol olan ve hiçbir konuğu geri çevirmeyen Rahmetli Gök-Mehmetgilin Çanakkale Gazisi Kamil amcamız ve eşi muhterem Şerife teyzemiz, O bütün mahallenin Şerife teyzesi veya Şerife annesi.
Mahalleli çocuklar ve meraklı kadınlar, Çerçici’nin getirdiklerine bakıyoruz. O sırada Şerife teyzemiz beni kolumdan çekerek “Necati bir dakika gel oğlum” dedi ve sessizce elime parasını vererek babamın dükkanına pirinç almağa gönderdi, Tüm mahalle halkının da hiç bir isteğini kıramadığımız Şerife teyzemin isteğini de yerine getirdim.
İlginç olan ve yazımım konusu da bundan sonra başlıyor,
Bende aldığı pirinci yabancı maddelerden arındırmak yani ayıklama üzere bir tepsiye boşalttı teyzemiz, boşaltırken de bir kaç dene tanesi yer düştü, Şerife teyze eğilerek aramaya başladı, sağa bakıyor, sola bakıyor, yaşlılık hali bu ya, gözleri de pek yerdeki pirinç tanesini seçemediğinden bulmaya çalışıyordu, bizdeki de çocukluk işte, “Aman Şerife teyze“ dedim. “Bir iki pirinç tanesi yemese de olur, misafir aç mı kalacak bu kadar aramaya değer mi?” dedim Benim bu sözüme rahmetli belki ilk defa sertleşti, “Bak oğlum bir iki dene tanesi deyin geçme, sen hiç pirinç tanesinin ne şekilde yetiştirildiğini gördün mü? Bunu üretmek için insanlar sıcakta, yağmurda çamurda ne zahmetler çekerek üretiyorlar. Bir pirinç tanesinde kaç insanın göz nuru, alın teri, emeği, çilesi var, biliyor musun?”
Söylediğim bu sözden ötürü, aldığım cevaba bakar mısın.?
Şerife teyzemin bu sözünü 60 - 65 yıldır unutamam.
İşte bu söz, unutulmayan tarihi bir söz.
“Bir pirinç tanesinde kaç insanın göz nuru, alın teri, emeği ve çilesi var”.
Bir Anadolu kadınının 60 - 65 yıl önce ağzından çıkan şu sözü tahlil edebilirmişsiniz.
Teyzemizin söylediği sözdeki asalete bakar mısın.
Asalet ve adamlık doğuştandır, Şerife teyzemin de asaleti doğuştandır,
Şerife teyzemin bu sözü, halkının yüzde on beşinin çöpten nafakasını temin ettiği açlık sınırının 1,500 Tl. olduğu ülkemizde zevki için israfının önünü alamayan ve kul hakkını gasp edenlere ders olur mu? dersiniz...
Şerife Teyzemin bu söze dayanarak başka bir konuya geçeceğim,
Bundan bir kaç yıl önce Safranbolu’da Üniversite eğitimi için Amerika’ya giden bir şu an Üniversite de öğretim görevlisi olan kardeşimizle Ülkemizin geleceği hakkında ileri geri konuşurken şu anlattığı çok dikkatimi çekmişti.
““Amerika’da mastır yaptığım yıllarda, çalıştığım üniversitenin yemek salonu açık büfe şeklindeydi. Herkes dilediği yemekten istediği kadar alabiliyordu. Yemekhanenin kapısında "Take what you need. Eat ant you take" olarak yazmışlar yani “yiyeceğin kadar al, ve aldığını da ye” diye yazmakta idi.
Bir gün aynı masada yemek yediğimiz Çinli bir arkadaşı, tabağında kalan çay kaşığını doldurmayacak kadar az miktardaki pirinç pilavının zorla yemeye çalışırken görünce dayanamadım; denemek için dedim ki : "Bir çay kaşığının yarısını bile doldurmayacak kadar pirinç için neden bu kadar uğraşıyorsun? Bırak tabakta kalsın."
Çinli arkadaşın verdiği cevap çok düşündürücüydü: "Her Çinli tabağında bir çay kaşığı kadar pirinç israf etse, Çin nüfusu ile çarp bakalım, kaç yüz ton pirinç yapar? Ve kaç bin Çin’liyi doyurur. Biz kalabalık bir ülkeyiz, israf etme lüksümüz yoktur, şunu unutmamak gerekir ki o pirinç tanesini meydana getirene kadar harcanın emeği düşünseniz, o pirinç tanesinin altın kadar kıymetli olduğunu takdir edersiniz” dedi.
Yine denemek için dedim ki: "Şu anda Çin’de değil Amerika’dasın. Tabağında bırakacağın bir kaşık pirinç için Çin’i değil, Amerika’yı zarara uğratacaktır".
Bu sözlerim karşısında güldü ve şöyle dedi: "Dinimin gereği ve Ailemden ve ülkemden aldığım terbiye gereği yaşadığım ülke olan Amerika’yı bu şekilde zarara uğratmak onurlu bir davranış olmaz."
Ben bu Çin’li arkadaşı bu onurlu davranışından ve bu düşüncesini de paylaştığımı söyledim. İslam dininin bu konudaki; "Yiyiniz içiniz, fakat israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez" buyruğunu açıkladım. Çok hoşuna gitti.””
Safranbolulu arkadaşımın anlattığın ile Şerife Teyzemin sözü arasında ne fark var.
Bir yerde okumuştum şu an hatırlayamadım. Sanırım İşveç’li bir kişi ““Bir insan yerde iğne görüp te almazsa bütün uygarlığa ihanet etmiş olur. Bir iğnede binlerce insanının alın teri göz nuru ve el emeği vardır” diyordu.
Bunları okuduğumda Şerife teyzeme ne demem gerekir. Onu sizden duymak isterim…
Şimdi hafızanızı yoklayın hiç tahsili olmamış, içerisinde İslam dininin edep ve engin terbiyesini almış, yokluk günlerinde bile şükretmesini bilmiş Şerife teyzemiz gibi ülkemizde kaç Anadolu kadını vardır.
Biz kendimizi eğitmek için mutlaka geçmişten ders almamız mı gerekiyor. Dün ne idim bu gün ne olacağım hikayesini yazmaya gerek yok.
Maddi durumunuz ne olursa olsun, hepimiz dikkatli olmak zorundayız. Şerife teyzem haklı söylüyormuş değil mi? Çünkü ondan parayı ve maddiyatı aşan bir incelik bir zarafet, bir hoşgörü ve toplum terbiyesi ile edep vardı.
Şimdi onlar Rahmeti Rahmana kavuşan Şerife Teyzem ile Kamil amcam ve onun gibileri Allah rahmetiyle muamele eylesin, Ruhları şad, mekanları cennet olsun, nur gölünde uyusunlar.
Umarım bu yazımdan ders alanlar almıştır.
Görüşmek dileğiyle hoşça kalın sağlıklı kalın.
Necati Keskin
29 Ocak 2018
atay1348@gmail.com
FACEBOOK YORUMLAR